24 Ocak 2010 Pazar

SAYGI İLE ANIYORUZ.


19 Ocak 2010 Salı

GRİ GÖLGELER


Zaman akıp gidiyor, önüne ne kadar güçlü setler çektiğimizi düşünsekte azgın bir nehir gibi , o güçlü zannettiğimiz setlerin bazan tümünü yıkıp geçerken bazan da ucundan kıyısından koparıyor canımızı yakarak.Yaşadıklarımız mı fazla yaşayamadığımız mı diye,,,hep sormuşuzdur yuvarlanırkenbu yolda ne çok yaralar almıştır hem bedenimiz illede ruhumuz. isteyerek kanatırız kapanan yaraları acı çekmekten hoşlanan yanımızla, kimi zaman görmezden geliriz gözümüzün içine batsada yok sayarız olduğunu bile bile, aslında içimizdeki yalnızlığımızda sürgün hayatlar yaşamazmyız onca kalabalığa rağmen gri gölgelerde. Gönül koyarız sevilene ,gönüllü mahkum olmak isterken kendi kendimize engeler koyarız bir tarafımız aksini isterken. Acılara dikleniriz kor ateşlerde yanarken çaresizlikler büksede belimizi incinsekte incitmemek adına susmayı seçmişizdir avaz avaz bağırmak isterken.Bir çocuk gibi mutlu olmayı beceremeyiz omuzlarımıza yüklenen sorumluluk yüzünden doğduğumuz gün biçilir elbisemiz,ve bir ömür o elbise içinde o rolü oynamakla yükümlü hayatlar yaşarız istemesekte, bazan o elbisenin bir yerlerini yırtarız inadına her şeye rağmen ama dışarıdaki soğuk hava üşütür içimizi yamalar yaparız dikiş tutmayacağını bile bile.Osa hayat bitiyor ne çok ukdeler var içimizde kaybedilirken değerler, dizimizi dövmenin ne gidene nede kalana faydası yok,,, biliyormuyuz ne var önümüzde ne kalacak elimize ne kadar törpülensekte hayat bildiğini okumaya devam ediyor zaman azgın bir nehir ve biz çaresiz o nehirde akıntıya kürek çekerken ne çok kayıp hikayeler var biri biterken bir yenisi başlıyor acılarla beslenen. Gri güneşsiz bir gün, hayat onca yimser olma çabalarıma rağmen bazan çekilmez oluyor işte bu duygularla kalemimden dökülenler.umutla sevgi ile...

Gül

14 Ocak 2010 Perşembe

HEY GİDİ GÜNLER HEY!!!


Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı.

Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta Babanım bile anahtarı yoktu.
Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi.
Her yere birlikte giderdik,zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki... En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar,oynaya,zıplaya yürüyerek gelirdik.
Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.Mahallemizdeki teyzeler Annemiz gibiydi.
Susayınca girer evlerine su içerdik.Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacası evine gidip gelen (...ki;sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi,
en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.
Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardıalnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki.
Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok.Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz.. Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız,onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.Ben kapılarında valelerin,badylerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek
ters gelir bana.Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.Nedir bunlar? Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.
Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?Biz mi istemiştik? Yoksa birileri mi böyle istedi?..'Her toplum hakettiği gibi yönetilir'' derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi ? (ALINTI KİM YAZMIŞ BİLMİYORUM )

10 Ocak 2010 Pazar

öğrenecek ne çok şey var


O hamile,,, itfaiye eri onu az önce yangından kurtarmış ve onu bahçeye bırakmış, işine devam etmiş,
itfaiye eri, yangın söndükten sonra ise soluklanmak üzere oturmus. Bu fotografi çeken yerel bir gazeteci. Köpegin uzaktan itfaiye erine bakmakta oldugunu farkediyor, daha sonra köpek, az once kendisini ve yavrularini kurtarmiş olan yorgun itfaiye erine yaklaşıyor, gazeteci onun ne yapacağını merak ederek kamerasını hazırlıyor ve deklanşore basıyor………işte O öpücük......... İnsanlar hayvanların aptal oldugunu düşünüyorlar da,,, buyrun bakalım aptal kim???

;;