21 Nisan 2010 Çarşamba

FARK ETMELİ






Farkında Olmalı İnsan...

Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.

Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen...

Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını Fark Etmeli.

Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını

Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını

Fark Etmeli.

Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu Fark Etmeli.

Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı

Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların 'Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum

İşte!' Dercesine Apaçık Kaldığını Fark Etmeli.

Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.

Baskın Yeteneğini Fark Etmeli Sonra.

Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,

Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini

Fark Etmeli İnsan

Ve Ölmeden Evvel Ölebilmeli.

Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte

Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini

Fark Etmeli.

Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu

Fark Etmeli.

Ve Ona Göre Yaşamalı.

Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü

Fark Etmeli.

Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde

Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını

Fark Etmeli.

Eşine 'Seni Çok Seviyorum!' Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü

Fark Etmeli.

Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka

Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu

Fark Etmeli.

Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek

Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini

Fark Etmeli.

FARK ETMELİ.

Ömür Dediğin Üç Gündür,

Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,



O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.





CAN YUCEL






17 Nisan 2010 Cumartesi

BİR HAYAT HİKAYESİ

Kahramanlarımı zın ilki, Paris-İstanbul arasında trenle mekik dokuyan genç bir Türk işadamı.


Macaristan'da genç bir bayanla tanışır.

Evlenme teklif eder ve evlenirler.

İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz.

Macaristan'da bir kızı olur.

Kızına Nermin adini verir.

Nermin büyümekte, Mustafa Kemal'in yaptıklarını, gazetelerden heyecanla izlemektedir.

Baba İzmirde ölür.

Aile, geçim sıkıntısına düşer.

14 yasındaki Nermin, Macaristan'da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur.

Mustafa Kemal'in ülkesinde eğitim parasızdır.

Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir.

Annesinin haberi olmadan Türk Büyükelçiliğine başvurur. Ona bir pasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup verirler. Bası sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu gösterecektir.

Olayı öğrenen annesi de ona destek verir. Üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek bir yolculuk baslar.

Tren, Türkiye topraklarına girer. Gümrük memurları, elinde Türk pasaportu olan ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun durumunu çok ilginç bulur, giriş izni de hemen verilir.

Öykü uzun...

Küçük Nermin, İstanbulda bir yandan Almanca dersleri verirken öte yandan Türkçe öğrenir. Mustafa Kemal'in parasız kıldığı eğitim olanaklarından yararlanır.

İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirir. Gazetecilik yapar. Türkçenin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir.

Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olur. Çağdaş siyaset biliminin Türkiye'ye girmesine öncülük edenler arasında yer alır.

Gün olur, Türkçesinin bozuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeliğinden atılmasını isteyenler çıkar.

Tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini yitirmez. Uluslararası toplantılarda Türkiye'yi, Türk kadınını, Mustafa Kemal'i savunur, savunur, savunur...

Bir oğlu olmuş, adını da Mustafa Kemal koymuştur...



Prof. Nermin Abadan-Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki son dersini bundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı. Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği burnunda araştırma görevlisi. Deniz Baykal da sonradan yetişmişti.

Son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yasam öyküsünü anlattı bize...



Ve sözlerini söyle noktaladı:

- Ben yurdumu kendi irademle seçtim. Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım. Niçin Kemalist olduğumu, öyle sanıyorum ki artik anlamışsınızdır...



Çok etkilendiğim bu öyküyü yazdığımda, sonunu söyle bağlamıştım: 'Bu sözleri, parası olanlara Bilkent'i, olmayanlara Süleymancı yurtlarını gösterenlere adıyoruz...'



Bakıyorum da aradan gecen zamanda, ne Nermin Hocanın öyküsü güncelliğini yitirmiş, ne de benim altına düştüğüm not...

Tıpkı giderek daha güncel, daha gerçek, daha anlamlı olan Mustafa Kemal'in kendisi gibi! ..



Bazen küçük bir hayat hikâyesi, binlerce kitaptan çok daha fazla şey anlatır.



Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 1990

11 Nisan 2010 Pazar

NELERE KIYMET VERİYORUZ?


Bir gün New-York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar.


Gruptan biri, Kızılderili'dir. Yolda yürürken Kızılderili, onca insan gürültüsü, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardiğı gürültü ve korna sesleri arasından, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek o böceği aramaya başlar. Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyulamayacağını, Kızılderiliye öyle geldiğini söyleyip yollarına devam ederler. Ama içlerinden bir tanesi inanmasa da, Kızılderili'yi yanlız bırakmamak için onun ile böceği aramaya devam eder..

Kızılderili, yolun karşı tarafina doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı, Kızılderili'ye 'Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?' diye sorar.

Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya lüzum olmadığını söyleyerek, arkadaşından kendisini takip etmesini ister.

Kaldırıma çıkarlar, Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, ceplerinden para düşürüp düşürmediklerini kontrol eder. Kızılderili, arkadaşına dönerek: 'Mühim olan, nelere kıymet verdiğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin.' der.

8 Nisan 2010 Perşembe

ABBAS


Abbas




Cahit Sıtkı askerliğini yedeksubay olarak yapmak üzere birliğine

gider.O yıllarda yedeksubay sayısı az olduğundan her yedeksubaya emir

eri verilmektedir. Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye

defterini ister.Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini

çeker.Abbas oğlu Abbas..Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış

biridir Abbas..Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini

ister.Öğle saatlerinde kapı çalınır.Karşısında civan mert yiğit biri

selam çakıp;

-Abbas oğlu Abbas Emret komutatan!.. der..



Aralarında söyle bir konuşma geçer.

-Nerelisin?

-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan

-Sen benim emir erim olurmusun?

-Sen bilir komutan!.



Askere eşyalarını toplamasını ister ve kendi evinin altındaki boş yere

taşınmasını ister.Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından

etkilenir.Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı ' ya kahvaltı

hazırlar.Öğle yemeğini sormadan hazırlar.Tüm ihtiyaçlarını karşıdan

bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir.Erkenden kalkıp Cahit

Sıtkı ' nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar..



Akşamları olunca Cahit Sıtkı ' nın sevdiği yemek ve mezeleri

hazırlar..Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir

dostluk bağı oluşur.Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve

temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı..Zaman zaman karşısına alıp

derleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder..



Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar

Abbas..Araları ndaki duygu bağları güçlenir.Böyle bir keyf geçesi

akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar;



-Sen İstanbul ' u bilirmisin Abbas?

-Bilir komutanım..

-Orda bir Beşiktaş var bilirmisin?

-Bilir komutan!.Ben orda acemi birlikteydim. .

-Orda benim bir sevgilim var..Sen bana kaçırıp onu getirirmisin?

-Elbet komutan!



Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki..Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş

traş olmuş hazırlanmış.Cahit Sıtkı sorar;

-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?

-Ben istanbula gidecek komutan!..

-Ne yapacaksın sen İstanbulda?

-Sen söyledi bana..Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek!..



Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp

kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı..Fakat bu mert askerin,

yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından

duygulanır..



Akşam olur..Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbası karşısına

oturtur..Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme

döker!......



Haydi abbas, vakit tamam;

Akşam diyordun işte oldu akşam.

Kur bakalım çilingir soframızı;

Dinsin artık bu kalp ağrısı.

Şu ağacın gölgesinde olsun;

Tam kenarında havuzun.

Aya haber Sal çıksın bu gece;

Görünsün şöyle gönlümce.

Bas kırbacı sihirli seccadeye,

Göster hükmettiğini mesafeye

Ve zamana.

Katıp tozu dumanı,

Var git,

Böyle ferman etti Cahit,

Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş ' tan;

Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

20 Mart 2010 Cumartesi

94 YILLIK HİKAYE!!!










Yıl, 1915.



Çanakkale'de kan gövdeyi götürüyor.

"Geçerim" diye saldıran emperyalistlerin insan kaybı, 100 bini aşmış...

"Geç de görelim" diyen dedelerimizin kaybı ise, 150 binin üstünde....

Mermiler havada çarpışıyor.

Cesetler toplanamayacak kadar çok...

Bu inanılmaz kıyıma rağmen, İngiliz Hükümeti durumdan memnun.

Çünkü gerçeği bilmiyor.

Çanakkale'deki İngiliz cephe komutanı, "Vaziyet gayet iyi... Bugün

yarın geçeriz" raporları gönderiyor devamlı...

O sırada genç bir gazeteci var orada. Avustralyalı.

Melbourne Age Gazetesi'nin muhabiri.

Görüyor ki, durum kel... Hadise, hiç de İngiliz komutanın anlattığı gibi değil.











Türkler kafaya koymuş...

Kuru ekmek yiyor, bulursa üzüm hoşafı içiyor, şakır şakır ölüyor....

Ama geçirmiyor.

Avustralyalı olduğu için özellikle dikkatini çeken bir konu daha var.

İngiliz komutanlar, karargâhta klasik müzik eşliğinde viski yudumlarken,



Anzaklar patır patır gidiyor.



En son iki tabur Anzak gönderiyorlar bir bölgeye...



Türklerin, iki taburu yok etmesi iki saat bile sürmüyor.



Üstelik, müthiş bir sansür var.

Yazdığı haberler, İngiliz yetkililer tarafından engelleniyor.

Bakıyor ki, olacak gibi değil...

Sarılıyor kaleme, tüm gerçekleri tek tek anlattığı, 8 bin kelimeden

oluşan, "Gelibolu Mektubu"nu yazıyor.



Özeti şu:

"Çanakkale geçilemez... Hemen çekilin."

Ve bu mektubu, sansürden kurtulmak için Avustralya Başbakanı'na "elden" ulaştırıyor.

Avustralya Başbakanı mektubu okuyor, gözlerine inanamıyor ve acilen,

yine "elden", İngiltere Başbakanı'na ulaştırıyor..

İngiltere Başbakanı mektubu okuyor, Savaş Kabinesi'ni topluyor,

orada bir daha yüksek sesle okuyor...

Gizlice araştırılıyor. Mektup doğru. Hatta az bile yazılmış.

Cephedeki İngiliz komutanın, kendi poposunu kurtarmak için palavra attığı anlaşılıyor.



Ve karar veriliyor. Komutan görevden alınıyor.

Emperyalistler, Çanakkale'den çekiliyor.



Yazdığı mektupla savaşın sona ermesini sağlayan genç gazeteci,

Avustralya'da "kahraman" gibi karşılanıyor. "Sir" ünvanı veriliyor.

E tabii kapılar açılıyor... Savaşa "muhabir" olarak giden gazeteci, savaştan sonra "gazete sahibi" oluyor.



Yıl, 1952.



Çanakkale'de savaşın kaderini değiştiren "sir gazeteci" vefat ediyor.

Bir tane oğlu var... O zamanlar, 21 yaşında.

Babasının gazetesinin başına geçiyor. Çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor.

Avustralya'ya sığmıyor... ABD'ye, Avrupa'ya el atıyor.

Bugün, 78 yaşında. Dünya medya imparatoru.

75 televizyon kanalı... 175 gazetesi var.

TV kanallarıyla 600 milyon izleyiciye, gazeteleriyle 11 milyon okuyucuya hitap ediyor.



Yıl, 2009...

Çanakkale'nin "dövüşerek" geçilemeyeceğini ilk anlayan "sir gazeteci" nin oğlu,



[Çanakkale'nin nasıl geçileceğini gösterdi... EFT'yle.]

Bastı parayı, TGRT'yi aldı.



Adı, Rupert Murdoch.

17 Mart 2010 Çarşamba

7 Mart 2010 Pazar


Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre;




1. Dünyadaki işlerin %66’sı kadınlar tarafından görülüyor.

2. Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak %10’una sahipler.

3. Dünya’daki mal varlığının ise % 1’ine sahipler.

4. Başka bir değişle dünyadaki işlerin % 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90’ına ve toplam mal varlığının % 99’una sahipler.




Türkiye den başlıklar...

1. Şehirlerde evli kadınların % 18’i, köylerde de % 76’sı eşleri tarafından dövülüyor.

2. Kadınların % 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor.

3. Aile içi suçların % 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.

!!!!!!!!
Bütün bu verilerin ışığında  kadınlar günü ne kadar kutlanır ...
Nerede olursa olsun kadın aynı kaderi paylaşıyor,,,
vesselam kadın hakkı yoktur zira Hakkı erkek ismidir...

;;